“Sen! Büyük düşler kuran taşra çocuğu. Sen ki dönüp dolaşıp hakir gördüğün şu memleketin kucağına düşersin. Yine de şefkatle karşılar seni. Kin bilmez, asırlık bir annedir o. Senin gibi ne cahil evlatlar geçmiş rahminden. Bir tek büyük düşler kuran sen mi varsın sanıyorsun? Bir tek sen mi akıllısın? Bir tek sen mi hırslısın? Büyük düşler kurarak izlediğimiz o büyük filmler; bir katil çiçeğin hoş kokularıdır adeta. Büyülenmiş bir halde sürüklenen taşra sinekleri, büyük şehrin midesinde bulurlar kendilerini. Ve ruh tecavüzcüleridir o metropoller, ağızları sulanarak senin benim gibi yerel ruhları bekler…
Hayallerinden vazgeçmiş hâlde ergenlik odanda buluverirsin kendini.”
Yağmur ağlar, ağlar örülür; tüm aile güvenle yuvalansın diye.
İlmek ilmek kaçan hayatları ağlarıyla ördü bir Anne Örümcek, gri bir zamanın gri bir taşrasında. Öyle bir gri ki turuncu kazakların onun ruhunu kustuğu bir gri… Akan her yağmur yıkamasın, çıkan her fırtına sürüklemesin diye örüldü ağlar. Fırtınanın, yağmur gibi akan yaşların, tam da ağın içinde olacağı kimin aklına gelirdi?