Mütevazı bir evde doğmuştu. Muhteşem bir sarayda gözlerini kapatırken, düşmanlarının bile saygı duyduğu biri haline gelmişti. İngiltere Başbakanı Lloyd George, gensoruyla koltuğundan olurken öfkeyle kalkmış ama yine övgüyle söz etmişti ondan: "Arkadaşlar! Yüzyıllar nadir olarak dahi yetiştirir. Şu talihsizliğe bakın ki; O büyük dahi çağımızda Türk Ulusu’na nasip oldu ve tam da bana rastladı. Mustafa Kemal’in dehasına karşı elden ne gelirdi!" Dur durak bilmeyen 57 yıllık yaşam serüveni, ateş ve mermi yağmuru altında, fırtınalar şimşeklerle geçmişti. Yaşadığı çağ, İmparatorlukların battığı ve yerlerine yeni devletlerin kurulduğu, savaşlarla ihtilallerle dolu bir zaman dönemeciydi. Korku ve dehşetin maskesi, tüm insanların yüzünde asılı duruyordu. Bu sancılı dönemeçten başarıyla sıyrılabilen birkaç ismin en büyüğü kendisiydi... Kısacık ömrüne öyle çok şey sığdırmıştı ki, inanılmazdı. Düşmanları bile inanamamışlardı. Türk Mehmetçiği ona bir isim takmıştı. "Efsunlu Kemal". Bunu düşman askerleri de duymuşlardı. O’nun cephede karşılarında durması içlerini ürpertiyor ve komutanlarına şöyle soruyorlardı: "Efsunlu Kemal orada mı?", "Hayır" diyordu komutanları, "hayır... O orada değil... İçiniz rahat olsun". Ama komutanlarının da içi rahat değildi. "Efsunlu Kemal" Mehmetçiğin yanında tam karşılarında duruyordu!... Özel arşivler... Özel belgeler... Gizli tutanaklar... Hepsi bir araya getirilerek ortaya çıkan bu öykü içindeki her şey gerçek. Bunlar Atatürk’ün doğumundan ölümüne kadar olan bir dönemin gerçekleri.