“Mutluluk diyebileceğimiz ne varsa, bir sevincin hüzne dönüşmesi arasında değil midir zaten?”
Semra Aktunç’un öykülerinde hatırlamaktan başka çaresi olmayan, her adımda yürek gibi atan bir zihin var: Vapur düdükleri, eski İstanbul, Ada rüzgârı ve Anadolu’nun uzak yolları bir yanda; eski dostlar, denize çıkan sokaklar, sesini saklayan odalar ve durduk yere kulağa çalınıveren eski şarkılar bir yanda...
Ölmek İçin Güzel Bir Gün, eskiyle yeni arasında, gidenlerle kalanlar arasında, sevinçle hüzün arasında bir yere çağırıyor öyküseverleri; belli ki, “mutluluk diyebileceğimiz ne varsa” orada.
“Kim bilir neler düşünecek bu Ramazan, Aydın’ın yanına gömülmeyi istemediğimi sanacak; hiç gerek yoktu bu sohbete, tuhaf tuhaf bakışlarını da çekmiyor üstümden, ne yapsam… Kahvesi bitti, kalkar belki şimdi. Yoksa, yoksa Azrail mi bu adam? Her kılığa girip yoklarmış ya insanları, beni de yoklamaya mı geldi böyle birdenbire? Buralarda hiç görmemiştim ki daha önce... Amanın hiç hazır değilim, hiç! (...) Ölüm böyle, hiç hesapta yokken mi geliveriyor? Alıştığımız davranışlar, bildiğimiz insanlar, tanıdığımız yüzler, kahve mahve...”