Dünyaya gözlerini açtığı günden hayatının son günlerine dek dolu dolu yaşamış, fakat yine de kendi tabiriyle, gerçek aşka seyirci kalmış, yaşatamamış biridir Orhan Bey.
Büyülü bir ortamda doğmuş ve gerçek anlamda büyülerin, sihrin revaçta olduğu, cahil halk topluluklarının büyülerden medet umduğu; toprak ağalığının, aşiret düzeninin egemen olduğu; kadınların ikinci sınıf insan muamelesi gördüğü bir ortamda çocukluğunu geçirmiştir.
Hayatı boyunca büyülere, büyülü şeylere ve sihre ilgi duyan Orhan Bey, çocukluğunun Büyücü Osti Ninesini de hiçbir zaman unutamamıştır.
Kaç kere kendini gerçek aşkın büyüsüne kaptırmışsa da talihsiz gelişen olaylar Orhan Bey’i aşkından hep uzaklaştırmış, ömrünün son yıllarına dek bu kader kendisini takip etmiştir.
Toprak ağası namzedi Küçük Orhan’ın mücadeleyle geçen ömrünün son yıllarından başlayarak gençliğine doğru gönderdiği projeksiyonlarla roman boyunca kahramanımızı içselleştirmemizi sağlayan yazar, Orhan Bey’in kendini yetiştirmiş aydın bir insan olarak modernlik ile geleneğin arasında sıkışmış çaresiz hayatını anlatıyor.
Zora karşı çıkmanın, zorbalığa direnmenin de bedelini ödemiş olan Orhan Bey, bu sıkışmışlığı ve korkuları hayatı boyunca yaşar. Bu yüzden de oturmak ve izlemek zorunda kalır.
Hayatının son günlerini yaşayan bir insanın kendisiyle ve içinden çıktığı toplumla yüzleşmesinin romanıdır Seyirci.
Yazar Selçuk Tütak, insan duygularının derinliğine indiği Seyirci romanıyla, ağaların ve beylerin hüküm sürdüğü acımasız bir dünyadan din tüccarlarına, kan davalarına, gerçek aşka, hayata ve ölüme dair her şeyi sorguluyor.