“Var olmak ne renktir?”in cevabı mahiyetinde çayırların üzerine itinayla kondurulmuş çiy taneleri, sabahı selamlıyordu. Kızıldan griye çalan gökyüzünün gözleri için vakit artık düşlere uyanmak vaktiydi. Vadinin orta yerine teslim olmuş minyon su parçası, bir damlacık pınarından usul usul salınarak dağılıyor, doyurduğu kum tanelerinin üzerinde hükümdarlığını kuruyordu. Güneş, sarı tohumlarını eteklerinden dökerken, yaşamlar meyveye durmaktaydı. Köklerini merkeze kenetlemiş tek bir ağaç tüm heybetiyle gökyüzünden yıldızları toplarken dökülen ışık tozları, kaynağa giden yolun titreşimini güçlendiriyordu. Bu hattı izleyen Omnia, bir ışık huzmesi tezahürüyle suyun kaynağına
hemhal oluvermişti. Omnia, her şeyi bilen, her şeyi görendi!
Omnia’daki hakikat dalga dalga suya yayıldı. Dalgalar seslere, sesler ferlere, ferler ise renklere dönüştü. Onun kadim bilgisi bir damla sudan aksederek kainata sirayet etti.
Evrenlerin belleği sonsuz şimdiye aktı. Su, sadece hazır olana Omnia’daki bilgiyi cömertçe iletecekti.
Ve öyledir.