Adapazarı’nın İpek Yolu güzergâhı üzerinde bulunması, tarihin her döneminde önemli bir konumda olmasını sağlamıştır. Bizans’ın ve Osmanlı Devleti’nin başkenti olan İstanbul’a çok yakın bir mevkide bulunması Adapazarı’nın önemini arttıran bir diğer unsurdur. İstanbul-Adapazarı güzergâhının 19. yüzyılın sonlarında tren hattı ile birbirine bağlanması, iki nokta arasındaki iletişimi daha kolay hale getirmiştir. Tren hattı sadece ulaşımın hızlanmasına katkı sunmamış, aynı zamanda Adapazarı ve civarında üretilen ürünlerin güvenli bir şekilde İstanbul’a ulaştırılmasını sağlamıştır.
Adapazarı’nın gerçek manada bir şehir hüviyetine ulaşmasındaki en önemli etken ise aldığı göçlerdir. Bölge coğrafyası, özellikle 1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı sonrasında Kafkasya ve Balkanlardan gelen binlerce muhacir kafilesine kucak açmıştır. Göçler öncesinde küçük bir kasaba görünümünde olan Adapazarı, 19. yüzyılın sonlarına doğru nüfus olarak neredeyse yüz binlerle ifade edilebilecek noktaya ulaşmıştır. Alınan göçlerin Adapazarı ve çevresine hem olumlu ve hem de olumsuz yansımaları olmuştur. Tüm mal varlıklarını bırakarak göç etmek zorunda kalan muhacirlerin bölgede bazı asayiş sorunlarına neden olduğu tartışmasızdır. Bununla beraber, Adapazarı’nı kendilerine yeni bir yurt olarak seçen muhacirler, çalışkanlıkları ile bölgeye ve bölge insanına önemli katkılar vermişlerdir. Bilgi, beceri ve deneyimlerini bölge halkının hizmetine sunan muhacirler, kısa sürede Adapazarı’nın yerli halkıyla kaynaşarak bölgeye adapte olmuşlardır.