Ege'de Yahudi İzleri
Tarihin derinliklerinden günümüze dek varlığını sürdürmüş olan, Türkiye’nin çok kültürlü omurgasının bir kemiğini de oluşturan Yahudiler için “500 yıldır konuğumuzdur” yakıştırması, ne derece doğrudur? 1492 yılında İspanya’dan Osmanlı’ya göç etmiş olan Sefarad Yahudileri Anadolu’ya ayak bastıklarında, nice dindaşlarının bu topraklarda iki bin yıllık bir süredir yaşadıklarını - onlar dahi - bilmiyordu!
Gerçek şudur ki, Yahudi kavimlerinin Filistin’den Anadolu topraklarına göçleri yaklaşık olarak İ.Ö. 6. yüzyıla kadar takip edilebilmektedir ve bu akım, özellikle Kudüs’ün Romalılar tarafınca yıkılmasının ardından artmıştır. Yahudiler, Doğu bölgelerinin yanı sıra Kapadokya ve özellikle Ege ve Batı Akdeniz kıyılarında uygarlık izleri bırakmıştır. Grek ve (bir Doğu Roma İmparatorluğu halkı olan) Romaniot Yahudileri Efes, Milet, Afrodisias ve Andriake gibi pek çok Antik kentte yönetime katkı sağlayarak, içe kapanmadan yerel halkla sürekli iletişim halinde yaşamışlardır. Bu birlikteliğin izleri, Prof. İlber Ortaylı’nın da altını çizdiği gibi Miletos tiyatrosu gezildiğinde, Yahudi sanatseverlere ayrılmış olan, kenarlarına isimleri kazınmış abonman yerlerinde dahi görülmektedir!.. Daha görkemli Antik ören yerleri ise İzmir’in batısında bulunan büyük Sardis Sinagoguyla, duvarlarına kazılmış Menora (yedi kollu kutsal şamdan) sembolleri bulunan Efes kentidir...
Batı Anadolu Yahudi geçmişine yıllardır mercek tutan, bu konularda uzmanlaşmış genç tarihçilerimizden Dr. Siren Bora, “Ege’de Yahudi İzleri” alt başlığını taşıyan son kitabında, Anadolu Yahudileri’nin bu 2600 yıllık serüveninin kökenlerine eğiliyor. “Kutsal Topraklarda Her Şey Nasıl Başladı?” sorusundan hareketle, “Ticaret, Anadolu’nun Kapılarını Açtı” saptamasıyla bu topraklara yöneliyor, “Sardis, Sefarad mı?” savını sorguluyor ve ardından Misya, Frigya, İyonya, Lidya, Karya ve Likya uygarlıklarının otuzu aşkın Antik kentinin bir çeşit Yahudi topografyasını çiziyor. Kitabın son dört bölümü, Dr. Bora’nın birçok değerli tarihi araştırma ve bulgularının sahası olan İzmir’e ayrılmış olup, günümüze kadar uzanmaktadır.
Prof. Ortaylı’nın aydınlatıcı önsözünü de içeren bu göz açıcı inceleme, öykü diline yakın bir yazım biçemi ile kaleme alınmış olduğundan, keyif alarak okunabiliyor ve şu gerçekleri ortaya döküyor: Grek ve Roma halklarıyla iç iç yaşarken, ekonomik ve sosyal bunalımlar, kültürel sorunlar, dahası ayaklanmalar ve savaşlar ile karşı karşıya kalmış bu etnik toplum, dinin birleştirici kuvvetiyle olsa gerek kimliğini zedeletmemiş, korumasını bilmiş ve böylece varlığını sürdürebilmiştir. Böylece Anadolu Yahudileri, bu toprakların bozulmadan kalan en eski toplulukları arasında yerini almaktadır! Onları bir arada tutan inançları da, Anadolu’da kesintisiz devam eden en eski din niteliğini kazanmıştır. Bu yüzden, 1492 yılında Anadolu’ya gelen Yahudiler 500 yıldır konuğumuzdur saptaması, iki bin yıllık önemli bir hata payı içermektedir. Böylesine yaygın bir yanılgı ise, Anadolu Yahudileri olgusunun tarihsel kökenlerini somut belgeler ışığında ortaya döken bu kitabın yazılmasının başlıca nedeniydi...