Bu kitap Cengiz Epçim'in hikâyesi aslında... Epçim'in hikâyesi ise bir aşk hikâyesi; bu yüzden yüreği çarpan herkesi ilgilendiriyor; sol yanındaki cevahir kararmış her insana hitap ediyor... Son Dem, gidenin ardından ince bir sızı oluyor, geçmiyor...
"Aşk denen ince hastalığa yakalanan bir günahkâr bedenim sadece. Şimdi, kaçabildiğim kadar insanlardan kaçıyorum. Onlar yalancı, her şeyi tükettikleri ve buna duygular da dâhil olduğu için değil. Ben günahkâr olduğum için, ben sevmeyi bilmediğim ve mutluluğu hak etmediğim için… Tüm gün yaptığım, sadece kitap okumak ve şiir yazmak. Gündüzleri dışarıya kitap almak için çıkıyorum sadece. Onda da koşa koşa gidiyorum, hemen kendimi eve atıyorum. Ama geceleri özgürce gezebiliyorum el ayak çekilince; sokaklar benim, kaldırımlar benim.
Kâğıtları önüme koyup, elime kalemi alıp bir şeyler yazacağım aklımın ucundan bile geçmezken... Birden kendimi harflerle, hecelerin arasında buldum. Kuru bir kalabalığın içinde yapayalnızdım, beni anlayacak bir Âdem evladı yoktu. İşte burada devreye yazmak girdi. Yazmak, bir nevi terapi oldu, çünkü içimde, yüreğimde durdukça içten içe çürümeye, kaybolmaya başladım. Yazmak bunları yok etmese de, yavaşlattı kısmen."