Yazar “toplum birçok durumda, dolaylı bile olsa, bedensel şiddet tehditiyle bir arada tutulur” diyen Adorno'nun yaklaşımından hareketle işkence ve insan haklarının toplumların kendini yeniden üretmesinde ne tür fonksiyonlar üstlendiğini tartışıyor. İnsan ile ilgili tüm davranış biçimleriyle ilgilenen ama işkence konusunda sessiz kalan sosyal bilimleri “işkencenin en önemli suç ortaklarından birisi” diyerek yargılayan Akçam, kitabında bu sessizliği bozma çabasına giriyor. Ve konuya ilişkin ahlaki ilkelerin netleşmediği; insan haklarına ters düşen pek çok yaklaşımın doğal kabul edildiği bu ortamı belirleyen tarihsel, kültürel koşullarla hesaplaşmak için “provokatif” sorular soruyor. Yaklaşımı ise açık ve net: İnsan haklarını politik faaliyetimizin bir türevi olarak ele almaktan vazgeçerek politik faaliyetimizin merkezine almak zorundayız. Çünkü “... bir toplumun gerçekten ideal olup olamayacağı artık üyelerine vaat ettiği cennetle değil, çektiği sınırların dışında kalanlara yaptığı uygulamalarla ölçülecektir.”
“Taner Akçam'ın kitabı, hiç kuşkusuz, Türkiye'deki insan hakları tartışmalarını alevlendirecek bir kitap. En azından ‘özgün düşünce' üretme konusundaki sancısını bir türlü gideremeyen düşünce hayatımızı canlandırdığı rahatlıkla söylenebilir. Bu bile yeterli değil mi?”
Nokta
“İşkenceyi Durdurun kitabının bizim açımızdan belki de daha önemli olan yönü; insan hakları kavramının Marksizmle olan tarihsel bağlamı ve Marx'tan başlayarak sosyalist düşüncenin insan anlayışına yaklaşımının incelenmesidir.”