Küçükken kızlarla seksek oynamayı kendime yakıştıramadığımı, fakat biraz da hasetle kenardan oyunlarını seyrettiğimi hatırlıyorum. Uygun bulduğum oyun Seke seke ben geldim diye başlayanıydı; onda da hiç seken ve seçen olamadım. Oysa, bizim takımın başına bir kerecik beni seçelerdi, arkadaşlarımı nasıl da eğlendirecektim. Seke seke ben geldim! Hoş geldin, safâ geldin. Ne istiyorsun' Anam temizlik yaptı, yüreği yanmış; soğuk bir karpuz istiyorum. Seç seçebildiğini... İzni koparınca, seke seke çocuklara yönelip her birinin kafasını mıncıklayarak kelekleri, geçkinleri ne de güzel ayıklardım; ama olmadı. Kısmet bugüne imiş. Şimdilerde yaş kemâle ermiş de olsa, zayıf bacaklarım üstünde oflaya puflaya sekerek aynı oyunu edebiyatta oynamaya çalışıyorum. Edebiyat dünyasının geçkinleri-hamları, suluları-suyu kaçmışları, kuytuda fark edilmeyi bekleyen olgunları, kendini pahalıya satan kelekleri, sıkıp fiskeleyerek yahut okkalayıp şaplaklayarak sesini dinlediklerim, yiyip tadını sevdiklerim, yemeyip eşeğe verdiklerim, Nasreddin Hoca gibi değdi-değmedi derken hepsini silip süpürdüklerim üzerine diyeceklerim var ve onları yazmazsam eksikleneceğim. Haydi, oyuna başlayalım. Seke seke ben geldim! ..