‘Haydi atla sırtıma, evrenimin harikalarını dolaştırayım sana!’ diye kişnedi tüyleri parlak, yeleleri kabarık, bacakları çevik, sağrısı güçlü doru at coşkuyla şahlanarak binicisine...
‘Boş ver’ dedi binici atın bu içten teklifine kayıtsızca, ‘Sonu gelmez çayırlardan, ırmaklardan, derelerden, dik yamaçlardan, derin uçurumlardan, çeşit çeşit otlardan, çiçeklerden, börtü böcekten, kuşlardan, rüzgardan ve bulutlardan başka ne var ki senin evreninde?’
‘Daha ne olsun?’ diye geçirdi içinden at, toynaklarıyla eşeleyip toprağı da haberdar ederek bu aymazlığından binicinin, ‘Hem onları benim sırtımdayken görmedin ki hiç, nereden bileceksin?’