Bir bilim dalı olarak halkla ilişkilerin, Sanayi Devrimi ile birlikte başlayan çok yönlü gelişmelerin bir sonucu olduğu söylenebilir. Giddens’ın (1996: I) ifade ettiği gibi, Sanayi Devrimi, insanın tarıma dayalı ve dağınık küçük topluluklar halindeki eski yaşam biçimini, insanlık tarihi açısından görece kısa bir zaman dilimi içerisinde değiştirmiştir.
Modern toplum olarak adlandırılan bu yeni toplumsal örgütlenme biçiminde temel karakteristiklerden birini kitlesellik oluşturmaktadır. Üretim ve tüketim ilişkileri ve yeni yaşam alanları olarak kentler bu kitleselliğin en görünür ve belki de en önemli boyutlarını oluşturmaktadır. Bir yandan, üretim/tüketim ilişkileri bağlamında ticari kuruluşların tüketici kitlelerle ilişki geliştirme gereksinimi ortaya çıkarken, benzeri bir gereksinim yöneticilerin yönetilen kitlelerle ilişkileri bağlamında siyasal ya da kamusal alanda da doğmuştur. Ticari alanda liberal ekonominin doğal bir sonucu olarak ortaya çıkan rekabet ortamı, demokratik yönetim biçiminin yaygınlık kazanması nedeniyle siyasal alanda da kendini göstermiştir. Bu durum, her iki alanda da kitlelerin işbirliği ve desteğinin kazanılmasına yönelik ilişkileri odak noktası haline getirmiştir.