Anadolu tragedyalar ülkesidir, olaylar hep yol ayrımına sürükler insanı. Günah ya da ceza yazgısal mı-dır? Belki de yazgı denilen, yaşananlardır. İnsanın kendi başına yürüyeceği yollar kapalı olmamalıdır, yoksa başkaldırmak haktır. Binlerce yıldır farklı seslerin oluşturduğu bir kültür var Anadolu’da ve o sesler hâlâ yaşar. Öykümüz 1940-1950’lerde Ege Denizi’ne yakın bir kasabada geçer. On yıllarca süren uykusundan uyanmaya çalışan topraklarda yaşayan/yaşamış insanlardır kahramanlarımız. Sevdaya koşar yolları. Elleriyle, tenleriyle, Dalgalı Denizin Köpükleri’dir onlar. Batı Anadolu’da efsane çoktur. Adına Tithanos dedikleri genç adam, çektiği sevda acısı yüzünden ufalmış ufalmış, ağustos böceğine dönmüş. Onu, kapısı penceresi olmayan, her yandan açık, küçük bir evin içi-ne koymuşlar. O da yıllardır burada kendi şarkısını söylüyormuş. Ancak bir türlü binadan çıkmıyor, çıkamıyormuş. Zamanın akışına uygun şarkılar söylüyormuş durma-dan. Çoğu hüzünlü, azı sevinçli şarkılar. Kargalar meraklı, ulu kavaklar gözlemci, ipek kanatlı kumrular tanıkmış buna.