Komün'ün Anarşist Kadını
Gougaud, Louise Michel’in hayatını anlattığı bu romanının bir tarihsel kurgu olduğunu söyler. Louise söz konusu olduğunda mutlaka kurguya ihtiyacımız var. Aksi takdirde, Komün barikatları üzerinde, vurularak yanı başında yere düşen komüncü arkadaşlarının cansız bedenleri arasında dimdik ayakta, ateş etmeye devam eden bir Louise’i; küçük bir kız iken, avcıların öldürmek üzere oldukları bir kurdu kurtarmak niyetiyle onların namluları önünde diz çöküp göz yaşı döken bir Louise’i; doğaya her türlü haliyle, tozuyla, yosunuyla, pasıyla ve çamuruyla, onu kutsarcasına aşık olan Louise’i; bir yandan da kendisini çok doğal bir şeyin, tensel bir aşkın esrikliğinde kaybetmek istemeyecek kadar mücadeleye adamış bir Louise’i; bir kızıl bakireyi, ama sürgün cezasına çarptırıldıktan sonra mahkeme heyetinden idamını talep ederek kendisini nihayet bir arada olabilmek için Théo’nun mezarına gömmelerini isteyen bir Louise’i hayal etmek güç olacaktır.
O nedenledir ki, Louise’in ilk gençlik yıllarından itibaren ustası, dostu ve mektup arkadaşı olan Victor Hugo, mahkemesi sonrasında yazdığı şiirde, ona, ancak antik dönemlerin, eski çağ destanlarının kadın kahramanları arasında anlaşılır olabilecek bir paye biçer. Şunu anlıyoruz ki, Louise’siz bir komün, komünsüz bir Louise düşünülemezdi. Louise Michel hiç bu kadar canlı olmamıştı, Büyüleyici ve ilham verici bir hikaye.