Yerel yönetimler, yerel ihtiyaçların karşılanması ve demokratik süreçlerin devamlılığı amacına yönelik olarak kurulmuşlardır. Özellikle yerel ihtiyaçların karşılanması açısından Osmanlı'dan itibaren yerel yönetimler, Türk modernleşmesinin önemli göstergelerinden biri olmuştur. Osmanlı'da kadı, lonca ve vakıflar aracılığıyla gerçekleştirilen yerel yönetim fonksiyonları, ilerleyen süreçlerde İhtisap Nezareti, İstanbul Şehremaneti, Altıncı Daire-i Belediye gibi yeni kurumsal yapılara devredilmiştir. Cumhuriyet Dönemi'nde, köy ve belediye kanunları ile modernize edilen yerel yönetimler, “Cumhuriyet ideallerinin topluma yansıtılmasının aracı” olarak da düşünülmüştür. 1961 Anayasası ile ilk kez ayrıntılı düzenlenen yerel yönetimler, mevcut anayasamızda varlığını güçlü şekilde sürdürmektedir. Artan nüfus ve kentleşme, küreselleşme, teknolojik gelişmeler vb. pek çok unsur, yerel yönetimlerin kurumsal ve mevzuat açısından değişimler geçirmesini gerektirmeye devam etmektedir. Bu çerçevede; 1984, 2004, 2005 ve 2012 yılları, yerel yönetimler açısından kırılma noktası oluşturmuştur. Örneğin, 1984'te uygulanmaya başlanan büyük şehir modeli, 2004'te 5216 sayılı Kanun'la değişime uğrarken 2012'de 6360 sayılı Kanun'la on dört yeni büyükşehir daha kurulmuştur. Bugün, sayısı otuz olan büyükşehir modeline, 2021 yılında “kırsal mahalle” statüsü eklenmiştir. İklim değişikliği, hava kirliliği, akıllı kent, yapay zekâ vb. gelişmelerin, kent yönetimleri başta olmak üzere yerel yönetimler üzerinde kurumsal ve mevzuat bazlı değişim baskısı oluşturmaya devam etmesi kaçınılmazdır.
Ne dersiniz? Gelenekselden moderne yerel yönetimlerde gerçekleşen ve devamı kaçınılmaz olan değişim ve dönüşümler; “Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir.” diyen Herakleitos ve “Dün dünde kaldı cancağazım artık yeni şeyler söylemek lazım.” diye seslenen Mevlana'yı haklı çıkarmaya devam edecek mi?