Tomris Alpay 1950’li yılların İstanbul’undan kadın hikâyeleri anlatıyor bize. Gülsün, Ağavni, Zilha, Eleni, Nurhayat, Gülizar… Farklı geçmişlerden, dillerden, inançlardan gelen bu kadınlar köklü dostlukları, mücadeleci ruhlarıyla ördükleri dayanışma ağları, yalnızlıkları arasında kurdukları köprülerle bir hayatı yaşanır kılmaya çalışıyor. Tarçın kokulu farnupialar, bahçelerde dolaşan kediler, renkli ampuller, çavuş üzümleri, mahlep ve sakız kokulu çörekler… Gülsün, Ağavni, Zilha kokular tatlar, seslerle canlandırıyor hafızayı. Tomris Alpay’ın ustalıkla birbirine bağladığı bu öyküler toplumsal bir belleğin incelikli kaydını tutuyor.
Her fırsatta, “Zeytin ağaçları bolluğun, barışın, bilgeliğin, yeniden doğuşun simgesidir, altından geçenlere, ‘Eski Yunan’da bereket ve barışı temsil eden Tanrıça Athena’nın armağanıyım, Homeros benim gölgemde soluklandı der,’” diye anlatıyor, bu ağaçla ilgili tüm hikâyelerde bir gerçeklik payı olduğunu vurgulamak istiyordu.“Biliyor musun Eleni?” dedi Rena Teyze, “Babam anlattı, Osmanlı sarayına zeytin, badem ve bal bu adadan gidermiş.” İşte güzel Antula’m düğün gecesi, bu olağanüstü manzarada ve kendisini kucaklayan bir dost çemberinde, beyaz gelinliğiyle tarih sayfalarından fırlamış bir mitoloji kahramanı gibi süzüldü durdu.