Aşka aşık bir adam, aşka hasret... aşka hayret...
Aşkı ilk olarak, bir şiirde duymuştum. Ne olduğu, ne işe yaradığı, nasıl bir şey olduğu hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Şiirin sözlerinden anladığım kadarıyla hem insanı mutlu ediyor, hem de canını acıtıyordu.
O yaşlarda aşkı, güzel ve tatlı görünen ama tadı ekşi olan şekerlemelere benzetmiştim. Aşk o zamanlarda beynimde somut ve canlı bir şey gibi tasfirlenmişti.
İnsanın önce kalbini, sonra zihnini ele geçiren bir virüs gibiydi ve canlıydı.
Yüzündeki tebessüme, gözündeki yaşa, ellerindeki titremeye sebep olduğu an ise tamamen somutlaşıyordu. Seninle vücut bulan, iki yürek, iki olgu arasında anlam kazanan eşsiz bir duygu…
Fakat aşkı sadece bir duygudan ibaret olarak tanımlarsak da, aşka çok büyük bir haksızlık yapmış olmuyor muyuz?
İnsanın tüm yaradılışını, kaderini, doğumdan ölüme kadar seni etkisi altına alan, uğrunda fedakârlıklarla yoğurulduğun, seni sen yapanın sadece bir duygudan ibaret olduğunu nasıl söyleriz?
O vakit, aşka sadece duygu demek, aşka şirk koşmak olmaz mı?