O artık bir fısıltının esiriydi. İlk önce zihninde kısık seslerle belirmiş, sonra ağır ağır tüm bedenini ele geçirmişti. Kızının ölümü, kocasının hapishaneye girmesi sürecinde kollarında ve bacaklarında karıncalanma yaratan sinsi bir dürtüden öteye geçmemişti. Uğradığı hakaretlerle beslenip büyüdü. Boğazında bir düğüm haline geldi zamanla. Sabırlıydı. Bekledi, bekledi… Sonunda hayatını onun kollarına teslim etmesini istedi. Bu fısıltının adı; İntikamdı. Merhamet ve vicdanı içinden söküp atarken yeni hayatı başladı.
Öldürmeyi bakireliğe benzeten Büyücü’yü, Carl Justav Jung’un dediği gibi;
“Depresyon siyahlar giyen bir kadına benzer. Eğer o gelirse, kovmayın. Onu davet edin, oturmasını teklif edin, ona bir misafir gibi davranın ve söylemesi gereken şeyleri dinleyin,” diyerek zihninize misafir edebilir ya da bir tanıdık gibi sahiplenebilirsiniz.