Normal olmanın tanımını kim yapmıştır, kurallarını kim koymuştur? “Normal olmak” için nelerden vazgeçeriz? Kapitalizmin getirdiği sosyal düzen, insan ilişkileri ve ahlak yapısı mı normal saydığımız? Ersin Karahaliloğlu’nun buna itirazı var. Bu açıdan otoritenin reddini öykülerine taşıyor.
Ezberi bozup, görülene, görmek istemediğiniz tarafından bakıyor. Gerçeklikle, gerçeküstü arasında ince ama sağlam bir iple geçiş yapıyor öyküler. Kahramanları her gün yanlarından geçtiğiniz, aynı toplu taşıma araçlarını paylaştığınız, sıradan ama toplumla uzlaşma sorunları yaşayan kişilerden oluşuyor. Bazen “normal” görünmek için çabalayan, bazen kendi “normalliklerini” alttan alta dayatan. Hepimizin düşündüğü, hissettiği ama yüksek sesle dile getirmediğimiz yanlarımız anlatılan.
Ersin Karahaliloğlu, öykülerin de insanlar gibi çift isimli olabileceğini, belki de insanlığın tek gayesinin en büyük günahı bulmak olduğunu, çizme almak için ayaklarımızı sattığımız bir dünyada yaşadığımızı hatırlatıyor aslında. Yemek bazen hayatınızın anlamı olabilir, belki sizlerden birisi de bir kadına bira ısmarlamak için saçlarınızdan vaz geçmiştir. Hepimiz bir sabah Gregor Samsa olarak uyanabiliriz. Bütün Samsa’lar birleşip bir Haziran ayında “isyana” katılabiliriz. Tanrının menekşeleri, kedileri, kuyuları ve aynaları neden yarattığını umursamayız. İntiharı, fahişeleri, diğerlerini, tuvaletleri, şeytanı, açıkta gezen çükleri, su katılmış biraları, cenazeleri, hırsızları, pezevenkleri, cinayetleri konuşabiliriz kitabı okuyunca…
Pardon, Çirkin şeylerden konuşmak bizi de çirkin mi yapar?
O zaman çekelim sifonu gitsin…
Ayşe Akaltun