Abim artık yıllardır hapiste yatan ve oradan çıkması kolay görünmeyen biriydi. Bir zamanlar herkesin gözünün içine baktığı genç ve parlak bilim insanı perişan durumdaydı. Ben içeride değildim ama büyük tehlikelerle yüz yüzeydim.
Denizin ortasında gemisi batmış, dev dalgalarla boğuşan insanlar gibiydik. Öncesinde de -yakın bildiğimiz çevremizdeki kimselerle birlikte- sakin sularda yüzmeyi zar zor beceriyorduk. Bu hâldeki birileri bir anda dev dalgalar arasında kalınca başka ne olabilirdi ki? Dev dalgaların arasında can simidi gibi duranların, o ortamda dahi boğazımızı sıkmak için fırsat kollayan ahtapotlar olduklarını, gözyaşı dökenlerin bir taraftan ciğer yağlarını erittiklerini göstermeleri uzun sürmedi.
Bu koşullarda kendimizi nefes alır hâlde tutacak bir şeyler yapmaya çalışıyorduk. Mektuplar en büyük motivasyon kaynağımızdı. Onlar sayesinde hem başımızdaki davalara dair bir şeyler yapmaya hem de birbirimize moral olmaya çalışıyorduk.
Mektupların moral verici olması için -hâli bizim gibi olup- güzel işler yapabilen kişilerden söz etme hususunda anlaşmıştık. Bu kez mektuplara “Görüldü” damgası basanlar karşımıza çıktı. Onlar başımıza yeni davalar açsalar da biz tehlikeli konularda yazmaktan vazgeçmedik. Çünkü artık mektuplaşmak adrenalin tutkusuna dönüşmüştü.